Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı sırasında 3 Kasım 1914 – 18 Mart 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı’nda cereyan eden bir seri deniz savaşlarıyla, Gelibolu Yarımadası’nda 25 Nisan 1915 – 8/9 Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan kara savaşları ile Türk tarihinin en önemli zaferlerindendir.
1. Hilal-i Ahmer görevlileri yaralı bir askeri sargı yerine taşımak üzere ata bindirirken
Çanakkale Savaşı’nda 10’uncu bölükte görevli Teğmen İbrahim Naci’nin tuttuğu ve şehit düştükten sonra da komutanının yazmaya devam ettiği günlük tam 98 yıl sonra ortaya çıktı. 20 yaşındaki genç teğmenin 24 Mayıs 1915’te başlayan günlüğü, 21 Haziran’da İbrahim Naci’nin şehit olmasıyla son buluyor. Günlüğü Allahaısmarladık adıyla kitaplaştırıldı.
“Vadiye paralel giden yamaca çıktığımız zaman, solda yeni birkaç mezar nazar-ı dikkatimizi çekti. Bunların ekserisinin üzerinde hiçbir işaret yoktu. Bazılarında birer ağaç dalı, iki üç tanesinde de kırık tahtalar vardı. Şimdi düşünüyorum. Şehit olursam ben de mi böyle solgun yapraklı birkaç kel ağacın dibine gömülüp terk edileceğim.”
2. Geyikli Alay olarak tanınan 39. Alay’ın subayları ve Mehmetçikler
Çanakkale Savaşı’nı İngilizler safında başından sonuna kadar izleyen savaş muhabiri Ashmead-Bartlett, Times Dergisi’nde 19 Mayıs 1915 tarihli makalesinden bir alıntı:
“10 Ağustos günü Anzak Birlikleri büyük gayret sarfetmişler ve Conk Bayırı sırtlarına ulaşmışlarsa da ele geçirdikleri yeri koruyamamışlardır. Hele Ghurkalar’dan bir tabur Conk Bayırı’na çıkabilmişti. Fakat Türkler karşı saldırıya geçerek, tepeler üzerinde bulunan askerlerimizi bayırın eteklerine sürmüşlerdir. Bu savaş devler ülkesinde bir devler savaşıydı.”
3. Doktor ve hemşire gözetimindeki yaralılar
Şadan Maraş Öymen’in Çanakkale Acı İlaç kitabından bir alıntı:
“Doktorlar ve yardımcıları beyaz önlükler giyiyorlardı. Ameliyathanede, ellerinde sterilize edilmiş beyaz havlularla hazır bekliyorlardı. Borik asit, limon tuzu ve ılık sudan müteşekkil bir karışım, antiseptik olarak kullanılıyor, genellikle sıcak olarak uygulanıyordu ve ardından yara, havluyla korunuyordu. Her zaman kaynatılmış su kullanılıyordu. En sık kullanılan anestezik, kloroform idi. Ancak, iltihaplanmış yaralarda kloroform kullanmak yerine, yaralıyı eterle bayıltmak gerekiyordu. Çünkü enfeksiyonlu yaralarda kloroformun, hastanın genel durumu üzerinde dolaylı olarak olumsuz etkileri oluyordu.”
4. Sahile çıkan İngiliz ve Anzak askerleri
Avustralyalı tarihçi Dr. Jonathan King, Gelibolu Günlükleri – Kendi Anlatımlarıyla Anzakların Gün Gün Hikayesi adlı eserinde 25 Nisan 1915 Gelibolu çıkarmasından, harekatın son gününe kadar yaşananları anlatıyor. Savaşın 177. günü, 18 Ekim 1915 Pazartesi, Anzak eri N.Wilson tarafından kaleme alınan notlarda şu ifadeler yer alıyor:
“Siperler bazı yerlerde birbirinden sadece 20 yarda (metre) uzaklıkta ve karşılıklı bomba atmak bir tür oyun gibi. Bomba fırlatıcıları olarak eğitilmiş özel adamları var, fırsatını bulunca düşman siperlerine bomba fırlatıyorlar. Şu anda öldürülmüş olan çok asker yok. Sanırım siperlerin dışı çok tehlikeli, çünkü keskin nişancıların kör kurşunları sürekli havada uçuşuyor, top mermileri başımızın üzerinden geçiyor. Ne var ki birkaç günden sonra insan buna alışıyor. Türkler öyle kötü insanlar değil. Birkaç gün önce Fransızca yazılmış bir mesaj gönderdiler, ‘Yiğit Avustralyalı yoldaşlara’ hitaben yazılan mesajda sigara karşılığında sığır eti konservesi istiyorlardı. Siperler bazı yerlerde sadece 20 yarda uzaklıktaydı. Bu yüzden birbirimizle haberleşmemiz çok kolaydı.”
5. Gelibolu’daki Anzak siperlerindeki düşman askerleri ve siper kenarında yatan bir Türk şehidi
Dr. Kemal Özbay, Türk Askeri Hekimliği Tarih ve Asker Hastahaneleri kitabında şöyle diyor:
“Günlük harp kayıtları çok ağırdı. Bir saatlik bir süngü hücumunda bile 10.000 – 15.000 yaralı sargıları yapıldıktan sonra hastahanelere gönderiliyor, sayının korkunç çokluğu bu sevkiyatı zorlaştırıyor, dere yataklarında günlerce hastahaneye götürülmeyi bekleyenler, açıkta tedavisiz kalanlar oluyor, bu şekil de pek çok genç ölüyordu.”
6. 19 Mayıs taarruzunda şehit olup savaş alanında ortada kalan ve 24 Mayıs ateşkesinde defnedilen şehitler
Yüzbaşı Mehmet Tevfik Bey’in 31 Mayıs 1915’te anne ve babasına yazdığı mektup, iki hafta sonra şehit olur.
“Sevgili peder ve valideciğim, gözbebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezihciğimi evvela Cenab-ı Hakk’ın, sonra sizin himayenize emanet ediyorum. Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız. Oğlumun tâ’lim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen gayret ediniz. Servetimizin olmadığı malumdur. Mümkün olandan başka bir şey isteyemem, istesem de pek beyhudedir. Refikama hitaben yazdığım kapalı mektubu lütfen kendi eline veriniz. Fakat çok müteessir olacaktır, o teessürü azaltacak şekilde veriniz. Ağlayacak, üzülecek tabii; teselli ediniz…” (Pazartesi, 31 Mayıs 1915)
7. Cephede bir posta çadırı
25 Nisan 1915 günü Gelibolu Yarımadası’nda şehit düşen Yüzbaşı Yusuf Kenan Bey ile eşi Zehra Hanım arasındaki aşkı ve savaşın acılarını gün yüzüne çıkaran asırlık mektuplar, Gelibolu Mektupları 1912-1915, Ruhum, Sevgili Beyim! adlı kitapta bir araya getirildi. Yusuf Kenan şehit olduğunda 34 yaşındaydı. 2 çocuğunun olduğu Zehra Hanım ise bir daha evlenmedi ve 60 yaşında vefat etti.
“İki gözüm, Zehracığım,
Ruhum! Bu güne kadar size birkaç mektup gönderdim. Fakat zarflar açık olarak gittiği için bir şey yazılamıyordu. Buradan başka bir vasıta bulmak da müşkil olduğundan bi’z-zarure (zorunlu olarak) posta ile gönderiyorum. İki gözüm, Dersaadet’e sipariş ettiğim çarşaf el’an (henüz) gelmedi mi? Ben o vakitten beri Dersaadet’e mektup yazamadım. Eğer siz vakit bulur da yazarsan fena olmaz. Ve hem de çarşaf meselesini sual edersiniz. Bundan başka posta ile gönderdiğim on beş lira da zannedersem henüz vasıl olmadı. Bunun için de çok canım sıkılıyor. Adeta size karşı yalancı çıkmış oluyorum.” (28-29 Mart 1915)
8. Ailesini Balkan Savaşı’nda kaybettiği için Çanakkale’ye giderek Mehmetçiklere sığınan ve cephede Gönüllü Bombacı lakabını kazanan Ali Reşat
19 Ağustos 1915 tarihli Berliner Illustrierte Zeitung isimli Alman dergisine, savaşla ilgili izlenimlerini yazan Vollmoeller’in haberine göre çocuğun adı Ali Reşat. Ali’nin babası, Balkan Savaşı’nda bir Makedonya alayında yüzbaşıdır ve şehit düşer. Annesi ve kardeşleri, Sırplar tarafından katledilir. Bu katliamdan kurtulan Ali Reşat, kaçanlarla beraber Trakya’ya gider ve askerlerin arasına katılır. Yaklaşık 20 ay askerlerle kalır. Daha sonra yolu onlarla birlikte Çanakkale’ye düşer. Komutanı onun, Nisan ayındaki bir saldırıda, her iki bacağından ve bir mermiyle de ciğerinden yaralandığını, bundan dolayı 4 hafta cepheden uzak kaldığını da anlatıyor haberde. Dergide ayrıca Çanakkale’ye gelen George Lebrecht isimli çizerin kara kalem resmi Ali Reşat’a benziyordu. Üstelik 1945 yılında hayatını kaybeden Lebrecht, yaptığı bu resmin altına Ali Reşat diye not düşer.
9. Çanakkale siperlerinde 125. Alay’ın müftüsünü dinleyen Mehmetçikler
Çanakkale Savaşları’na subay adayı iken katılan Mehmet Fasih Bey’in siperlerde yazdığı günlük, savaşın kanlı yüzünden, günlük yaşama ışık tutuyor. Günlük, Çanakkale 1915 – Kanlısırt Günlüğü adı ile yayımlandı. Mehmet Fasih Bey korgeneralliğe kadar yükselir, 1964’te vefat eder.
“Ah! Ben “Bu askerlik mesleği kolay. Bunların aldıkları para pek çok” diyenlerin bu çamur üzerinde bir gece yattıklarını görsem. Acaba onlar yine böyle söylerler mi? Hiç zannetmem. Çünkü yaşım 21, fakat saçım sakalım ağardı. Bıyıklarıma ak düştü. Suratım buruştu ve vücudum çürüdü. Artık eskisi gibi mesaibe (felaketlere) ve şedaide (sıkıntılara) tahammül edemiyor müteessir oluyorum. Çünkü Osmanlı ordusunda zabitlik demek, evvela bombalara tahammül demektir.”
10. Çanakkale siperlerinde düşmana ateş eden Mehmetçikler
12 Ağustos 1915’te sabah saatlerinde İngilizler’den ele geçirilen bir sipere giren Türk askerleri, İngilizler’in kahvaltı için kurdukları sofralarının üzerine gelmişlerdi. Yedek Subay İsmail Hakkı Sunata Gelibolu’dan Kafkas’lara kitabında şahit olduğu olayı şöyle anlatmıştı:
“Şu İngilizler de çok akılsız ve ihtiyatsız. Bilmedikleri bir ülkede, dere içinde, sabah kahvaltısı için sofra kurmuşlar. Reçeller, bisküviler, şekerler, çikolatalar, yağlar, peynirler, çatallar, peçeteler. Hele peçeteler, halis ketenden. Kahvaltıda ansızın basılmışlar. Kaçamamışlar. Yahut kaçmamışlar. Birkaçı ölmek üzere. Ne feci. Artık ölmek, öldürmek aklıma gelmedi. Esir almak lazım. Askerlerin gözü dönenlerine bir iki sopa. Öldürmeyi önledim. Ötekilerin silahlarını zaten almışlardı. Sağ kalan üçünü, hemen ufak bir kağıda ‘esir’ diye yazarak, yanımdaki askerlerden ikisi ile gönderdim. Ölenlerin üzerini arattım. Birkaç harita buldum. Dört harita. Bir adet hatıra defteri. Bir fotoğraf. Fotoğrafa çok üzüldüm. Bir delikanlı ile İngiliz kızının resmi. Ne acı şey…”